Anasayfa
Sayın Tawakkol Karman’ın İstanbul Yemen Konferansı’ndaki Konuşması
Hanımefendiler ve Beyefendiler,
Öncelikle hepinize hoş geldiniz demek istiyorum. Bugün burada Yemen’deki durumu tartışmak için bir araya gelmemiz kritik önem taşıyor. Bu konferansa Yemen’in içinden ve dışından katılımcıların dahil olup Yemen meselesinde ciddi ve derin görüş ve önerilerin yer alabilmesi için özel gayret gösterilmiştir. Dolayısıyla bu etkinliğe katılan herkese teşekkür ediyorum.
Dört yıldır Yemen, devrimin ve savaşın sonucu olarak ağır şartlardan geçiyor. Geçmiş dönem, Yemenlilerin bu zor koşullara dayanabildiğini gösterdi. Ancak her ne kadar önemli olsa da bu durum iyi bir seçenek değildir. Sonuçta kaos, savaş ve silahlı grupların artan etkisi Yemen için büyük bir tehdit teşkil etmedir.
Yemen’de olup biten bu büyük olayların ortasında, Yemen meselesini konuşurken, sizlere birkaç önemli gerçeği hatırlatmama müsaade edin. 2011 yılında, tüm Arap bölgesinde ortaya çıkan Arap Baharı Devrimlerinin bir parçası olarak Şubat Devrimi patlak verdi ve birçok haklı talebi öne sürdü. Özellikle de gerçek demokratik sistemleri ve barışçıl bir güç transferi ilkesine dayalı siyasi hayatı tesis ederek halkın kendi kendini yönetme hakkı. Ne var ki bu, özgür demokrasileri kendi yozlaşmış rejimleri karşısında tehdit olarak gören devrim karşıtı başkentleri öfkelendirmiştir ve Yemen dâhil, bölgede sürmekte olan çatışmaların açıklamasıdır.
Husi milisleri desteklenerek ve finanse edilerek Yemen Baharını sırtından bıçaklayan hançer oldular. Zira Arap Baharı, ordular ve bir takım yozlaşmış politik elitler ve militan gruplar bölgede şekillenmeye başlayan demokrasileri devirmek için desteklenmiştir. Bu entrikaların on yıllarca sözde demokrasiye bağlı olduğunu söyleyen ve demokrasi sınavını geçemeyen Batılı hükumetlerden hiç de uzak olmadığını belirtmek zaruridir. Ne yazık ki Batı sonunda zorbaların yanında yer almayı seçti.
Ayrıca izninizle o dönem Yemen’in pürüzsüz demokratik geçişi sağlama yolunda olduğunu da hatırlatmak isterim. Tüm siyasi taraflar ve toplumsal güçler, yeni devletin ana hatlarını taşıyan ulusal siyasi bir belgeyle sonuçlanacak yaklaşık dokuz ay süren bir ulusal diyalog konferansında yer almıştı. Bu esnada tüm siyasi yelpazenin tam katılımı ile ülkenin yeni anayasa tasarısı oluşturulmuştu. Hatırlatmak isterim ki anayasa referandumuna ve cumhurbaşkanlığı, parlamento ve yerel seçimlere sadece birkaç haftamız kalmıştı. Böylece hiç kimsenin hariç tutulmadığı barışçıl demokratik bir geçiş elde edecektik. Buna rağmen bir darbe ile Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Saleh’i devirdi ve Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İran destekli Husi milisleri ülkeyi karanlık bir dehlize itti, ülke birçok savaşın kurbanı oldu ve işler daha da karmaşıklaştı.
Suudi-BAE Koalisyonu’nun söz verdiği gibi askeri müdahaleden vazgeçmeyip, yani Yemen’in meşrutiyetini iade edip darbeyi sonlandırmaması, böylece durumu daha da kötüleştirdi. Meşrutiyeti desteklemek yerine, Riyad ve Abu Dabi kısıtlamalar uyguladı ve Yemen topraklarını ve doğal kaynaklarını ele geçirmek üzere kendi ajandalarının peşine düştüler, ülkedeki kaostan ve savaştan yararlandılar, Yemen otoritelerinin apaçık zafiyetinden istifade ettiler.
Değerli dostlar,
Yemen dünyanın en kötü insani felaketini yaşıyor. Hizmet sektöründeki, bilhassa sağlık, eğitim, su ve elektrik altyapısı ağır bir şekilde hasar gördü. Birleşmiş Milletlere göre, 22 milyondan fazla Yemenli bir şekilde insani desteğe muhtaç. 8 milyondan fazla insan akut gıda güvensizliği çekiyor. Bunların yaklaşık 2 milyon çocuk ve 2 milyondan fazla hamile ve emziren kadından oluşuyor. Yetersiz beslenen insan sayısının 14 milyona, ülke nüfusunun yaklaşık yarısına, yükselmesi bekleniyor.
Birkaç gün önce fotoğrafları uluslararası medyada çokça paylaşılan Yemenli çocuk, Amal Hussein, akut ve kronik yetersiz beslenmeden dolayı hayatını kaybetti. Amal, hava saldırıları, füze, milislerin mayınları, açlık ve hastalıkla sonbaharda yaprak gibi dökülen milyonlarca Yemenli çocuktan bir tanesiydi.
Değerli dostlar,
Bu aralara Yemen’deki savaşı durdurmak ve dört yıldır sürmekte olan savaşı sonlandıracak siyasi çözümü bulup Yemen’e barışı iade etmek küresel bir trende dönüşmüş gibi görünüyor. Bu vesileyle, ülkede ateşkes ve barış için yapılan tüm çağrıları ve ABD Savunma Bakanı James Mattis’in savaşı sonlandırmak için 30-günlük ateşkes beyanlarını da alkışlamak istiyorum. Ancak Sayın Mattis’e ve başkalarına önemle belirtmemiz gerekir ki Yemen konuşmayı unutmadı. Şu an ülkeyi parçalayan ve halkını yok eden savaşın beşinci yılının arifesindeyiz. Yemen bu savaşın sona ermesi için uluslararası topluluğun kesin bir kararına muhtaç çünkü artık parçalanmak üzere. Bu ise sadece Yemen’i değil tüm bölgesel ve küresel güvenlik ve barış için bir tehdittir.
Değerli dostlar,
Bu savaşın sona ermesi ve Yemen üzerindeki ablukanın kalkması lazım. Bu bağlamda, meşru otoriteye görevlerini yerine getirmesi, hava alanlarını ve limanlarını derhal açması için ve Suudi Arabistan ve BAE’ye de Yemen için hiç de olumlu olmayan müdahaleyi sonlandırması için çağrıda bulunuyorum. Ayrıca terörist grupları, silahlı milisleri ve Aden ve Taiz’de Yemenli önemli kişilere karşı suikast işleyen paralı katil çeteleri desteklemekten de vazgeçmek zorundalar. Buna ilaveten, Husi milislerini destekleyerek ülkemizi ele geçirmeye çalışan Tahran mollalarına da müdahalelerini sonlandırmaları için çağrıda bulunuyorum.
Bu bağlamda BM elçisi Martin Griffith’in önümüzdeki dönemde barış görüşmeleri çağrısını da destekliyor ve Yemen’e barışı iade etmek için bu fırsatı yakalamamız gerektiğine inanıyorum. Nitekim hiçbir savaş sonsuza dek sürmez. Meşru otorite ise Yemen’in egemenliğini ve bağımsızlığını koruyan çözümü temin etmek için sorumlu davranmak zorundadır. Cumhuriyet, demokrasi, eşit vatandaşlık ilkeleri bu çözümün temellerini oluşturmalıdır. Husiler ise Yemen’in menfaatleri doğrultusunda ilerlemek zorundalar. Yemen’i zorbalıkla yönetmek aptalca bir fikirdir ve asla başarılı olmayacaktır. Husiler Yemenlilere barış mesajları ulaştırmak zorundalar. Bunun için mahkûm ve tutsakları serbest bırakmanın iyi niyet jesti olduğunu düşünüyorum. Dünyaya barışı ve başkaları gibi barış içinde yaşamayı hak eden bir millet olduğumuzu ispat etmeliyiz.
İnanıyorum ki dış müdahaleler sona ererse, yani Suudi Arabistan ve Emirliklerin müdahalesi, sadece barış elde etmeyeceğiz, hatta özgür demokratik bir devlet inşa edeceğiz; adalet ve hukukun üstünlüğüne sahip bir devlet... Ve dünyadaki güvenliği ve istikrarı sağlamada stratejik bir ortak olacağız.
Bizim Yemen’de kalıcı barış tesis etmek ve kapsamlı ulusal sağlamak için bir vizyonumuz var. Aşağıdaki bu adımlar izlenmelidir:
- Savaşı sonlandırmak, kuşatmayı kaldırmak ve Suudi Arabistan ve BAE’nin Yemen’den çekilmesi;
- Darbe ve savaştan dolayı durdurulan siyasi süreci kaldığı yerden yeniden başlatmak;Forming a military committee under the auspices of the United Nations working to withdraw weapons from all militias, so that the state has the exclusive right to use weapons, and build the army and security on a national basis to ensure the protection of the country, its sovereignty and territorial integrity;
- Birleşmiş Milletler’in gözetiminde askeri komite oluşturup milisleri silahsızlandırmak. Böylece silaha sahip olmak ve ulusal bazda ordu kurup ülkeyi, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü korumak üzere emniyeti sağlamak devlete münhasır bir hak olacaktır.
- Birleşmiş Milletler’in gözetiminde tüm tarafların dahil olduğu ulusal bir hükumet veya teknokratlardan oluşan bir hükumet kurarak anayasa tasarısı referandumu yapmak, anayasaya göre yerel, parlamenter ve başkanlık seçimleri düzenlemek;
- Mağdurlara telafi ve tazminat sağlamak üzere Ulusal Uzlaşma Komisyonu kurmak;
- Suudi Arabistan ve Emirlikler, savaşın oluşturduğu hasarları telafi etmeyi taahhüt etmelidir.
Değerli dostlar,
İzninizle şimdi Türkiye’yi ve dünyayı meşgul eden bir meseleyi konuşmak istiyorum. Cemal Kaşıkçı cinayetini... Cemal Kaşıkçı’nın ölümü; suç mahalli, cinayetin şekli ve bütün bir devletin dâhil olduğu ve IŞİD gibi terörist grupların tüm izlerini taşıyan bir suç, dünya genelinde şok tesiri yarattı. Hakikatin ortaya çıkarılması ve konumları, isimleri ve soy isimleri ne olursa olsun dahli olanların cezalandırılmasına yönelik çağrımı yineliyorum. Gizli kapılar ardında yapılması muhal her türlü anlaşmaya karşı uyarıyorum. Cemal Kaşıkçı cinayetine dahil olanların cezalandırılması çağrımız intikam almak için değil aksine katilin cezalandırılması içindir. Bu cinayeti emreden kimse katil de odur. Hakikati ortaya çıkartarak daha önce adaletten kaçan suçlunun tekrar kaçamaması için çabalayan Türk savcısının soruşturmalarına tam destek verdiğimi beyan ediyorum. Adalet yerini bulana kadar Suudi otoritelerine sormaya devam etmeliyiz: Kaşıkçı’nın cesedi nerede ve bu cinayeti kim emretti?